“Geçmişten günümüze değerlerimiz konuşuyor” Tahir Karapınar, “En büyük kazancım, Büyük Altay sevgisi oldu”
Milliyet Ege Spor Servisi, yine bambaşka bir yayın formatı ile sizlerle. Türk futbolunun ve İzmir futbolunun iz bırakan isimlerini, Milliyet Ege Spor Müdür Mehmet Demirtaş ve yazar Fatih Tanfer, sizlerle buluşturuyor.
- Futbola ilk adımını Tirespor’da attı. Muğlaspor, Manisaspor ve Göztepe gibi takımlarda oynayarak yıldızını parlattı. 1991 yılında Mahmut Özgener tarafından Altay’la tanıştı. Tam 12 sezon boyunca siyah beyazlı formayı terletti ve şampiyonluk yaşadı. Hocalık kariyeri ile de göz doldurdu. O, Altay’ın vefakâr efsanesi Tahir Karapınar…
- “Bayram Dinsel ve Ayfer Elmastaşoğlu gibi efsaneleri örnek aldım. Saha içi ve dışında örnek bir futbolcu olup, kulübümü en iyi şekilde temsil etmeye çalıştım”
- “Mustafa Denizli’den sonra gelen en iyi solak” diye anılmanın yanında, karakterimle de kendimden söz ettirmek gurur kaynağım oldu”
Koronavirüs salgını sebebiyle spor müsabakalarına verilen arada Milliyet Ege Spor Müdürü Mehmet Demirtaş ve usta kalem Fatih Tanfer, “Geçmişten Günümüze Değerlerimiz Konuşuyor” köşesi ile Türk sporuna hizmet etmiş, İzmir futboluna adını altın harflerle yazdırmış isimlerin hikayelerini siz sporseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Altay camiasının efsane isimlerinden olan, çok sevdiği Altay’da 12 sene futbol oynayan, siyah beyazlı ekipte şampiyonluğa ulaşan ve bir dönem takıma hem kaptanlık hem antrenörlük yapan Tahir Karapınar, futbolculuk geçmişini, unutamadığı anılarını, yeni nesile önerilerini, Türk futbolunun bugünkü durumunu sizler için anlatıyor. Keyifli okumalar…
- Sevgili Tahir Karapınar, bize kendinizden bahseder misiniz?
1967 yılında İzmir’in Tire ilçesinde doğdum. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Tire’de tamamladım. Öğrencisi olmaktan gurur duyduğum Tire Şaik Lisesi mezunuyum. Tire Şaik Lisesi, benim en büyük kazancım olan eşim Dilek Hanım’la tanışmamı sağladı. 9 Eylül Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu’nu bitirdim. Ailem, Tireli büyüklerim ve öğretmenlerim ile antrenörlerimin, karakterimin ve futbol yeteneğimin oluşmasında çok büyük katkıları olmuştur. Futbolla, mahalle takımımız İstasyon Gücü ile tanıştım. Sonra o zaman profesyonel ligde oynayan Tirespor’da lisansım çıktı. 17 yaşındayken, Tirespor profesyonel takımında amatör olarak oynayıp güzel bir sezon geçirdim. Kısa bir Muğlaspor serüveninden sonra tekrar Tirespor’a döndüm. Sırasıyla büyük saygı duyduğum, ekmek parası kazandığım, futbolumu geliştirdiğim ve çok önemli dostluklar edindiğim Tirespor, Muğlaspor, Manisaspor ve Göztepe camialarına hizmet ettim. 1991’de bundan sonraki futbol hayatımı yönlendiren, hep arkamda gölgesini hissettiğim sevgili Mahmut Özgener tarafından Altay’a transfer edildim. 12 sezon boyunca Altay formasını gururla taşıdım. Camianın büyük ve mütevazı futbolcuları Bayram Dinsel ve Ayfer Elmastaşoğlu gibi her zaman Altay formasının değerini bilerek karakter ve performans açısından sahada ve dışarıda örnek bir futbolcu olarak kulübümü temsil etmeye çalıştım. Oynadığım kulüplerde yetenek ve karakter olarak iz bıraktığıma inanıyorum. Altay formasını, gelen tekliflere değiştirmedim. Bunun en büyük nedeni sevgili Özgener’in “Gitme, Altay’da sembol olacaksın” sözü olmuştur. Futbol hayatımda önceliğim, hiçbir zaman para olmamıştır. Her an Altay’daki sorumluluklarıma daha çok önem verdim. “Mustafa Denizli’den sonra gelen en iyi solak” sözünün yanında, karakterimden övgü ile bahsetmeleri, camianın hala bana olan saygısı, Altaylı kaptan Tahir olarak Türk futbolseverlerin beni tanıması ve sevgi göstermeleri, ailemin ve benim en büyük gurur kaynağımdır. Altay camiası, bana futbol dünyasında zor görebilecek bir jübile yaptı. Bu, hayatımın en büyük hediyesiydi. Ben; hep ailemin, memleketimin, camiamın gurur duyacağı bir insan olmak istedim. İnşallah bunu başarmışımdır.
- Unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Futbol hayatımda unutamadığım o kadar çok anı ve arkadaşım var ki hepsini anlatmak çok zor. Mesela Rıdvan Dilmen, 2000-2001 sezonunda Altay’da teknik direktörümüzdü. Ben 33 yaşındaydım, çok iyi bir sezon geçiriyordum. İyi oynadığım bir maçtan sonra beni bir kenara çekip, “Tahir, sen nasıl İstanbul’a gelmedin, büyük takımlarda oynamadın? Çocuklarından 3 milyon dolar çalmışsın” dedi. O zaman gururlanayım mı üzüleyim mi anlamamıştım. Şimdi Altay’da sembol futbolculardan biri olarak her şeyin para olmadığını ve Altay’da kalarak doğru karar verdiğimi düşünüyorum. Benim için en özel anı ise 2001-2002 sezonunda maddi ve manevi olarak herkesin fedakârlık yaptığı zor sezonda, gencecik bir kadroyla şampiyon oluşumuz ve Süper Lig’e çıkışımızdır. Kutlamalar, şampiyonluk gecesi, attığımız tur her şey harikaydı ancak ertesi gün yönetim istifa etti ve camiada büyük bir kaos başladı. O senelerde mukaveleler 2 yıllıktı. Mukavelemiz devam ediyordu fakat bizim yönetimimiz ve hocamız yoktu. Süper Lig takımları kamplara başladı ama Altay’da belirsizlik hakimdi. Kulüpten toplanma çağrısı aldık, kulüpte toplandık. Ahmet Taşpınar, bize Gölcük’te kamp ortamı hazırlamıştı. Beni kenara çekti, “Kaptan, takımı kampa sen götüreceksin. Her şey senin sorumluluğunda. Bu takımı sezona sen hazırla” dedi. Ben futbolcu arkadaşlarımı topladım, durumu onlara anlattım. Sezona hazırlanmanın önemini ve gelecekteki futbol hayatları için bugünlerin çok değerli olduğunu aktardım. Tüm takım, beş kuruş para almadan kampa katılmayı kabul etti. Otobüse bindik ve kampa hareket ettik. Ben, hem kaptan hem de hocaydım. Kamp başladı. Antrenman programlarını ve kamp düzenini ayarladım. 15 gün çok iyi çalıştık ve lige hazırlandık. Oyuncu arkadaşlarım inanılmaz bir disiplin ve özveriyle çalıştı. Kamp yaptığımız otelde Karşıyaka Spor Kulübü de kalıyordu. Akşamları aynı saatte yemek yiyorduk. Karşıyaka’nın Teknik Direktörü Kemal Kılıç, bize şöyle seslendi: “Bu takım gerçekten Büyük Altay. Yemekte bile o kadar disiplinliler ki başlarında hoca olmamasına rağmen çatal sesi bile duymuyoruz. Altay camiası bu takımla gurur duymalı.” Bu sözler, futbolcu arkadaşlarımın bana ve Altay Spor Kulübü’ne saygılarını ve sevgilerini anlatmaya yeter sanırım. Dünyada böyle bir olay yaşandığını düşünmüyorum. O oyuncuların hepsi sonra ki yıllarda Türk futboluna damga vurdu. Şimdi o takımdan herhangi bir oyucu ile konuşursanız o kampı ve Altay‘ı unutamadıklarını göreceksiniz. Biz kampı tamamladık. Yönetim seçildi ve hoca geldi. O kadroyla son maça kadar mücadele ettik ancak camiamız siyaset olarak güçlü olmadığı için rakiplerimizin şaibeli maçlarıyla küme düşürüldük. Bu maçta bir oyuncunun 8 kişiyi geçerek attığı gol, tüm dünyada konuşuldu. Bir efsane yaratma şansımızı elimizden aldılar. Bizim hakkımızı yediler. Ben hiçbir zaman onlara ve Diyarbakır maçında bize haksızlık yapanlara hakkımı helal etmiyorum. Altay’da her dönem efsane oyuncular vardır. Benim oynadığım dönemde 8-10 sezon birlikte oynadığımız isimler oldu. Onlar, geçmişte olduğu gibi Altay sevgileri ve performansları ile tarihe isimlerini yazdırmışlardır. Bence o sezon ki kadro da Altay camiasına yakışan efsane takımlarından biri olmuştur. Takım kaptanlığını yaptığım o şampiyon kadro, bırakın şampiyonluk primini, şampiyonluk için bir anı plaketi bile almamıştır. O zaman ki futbolcular, kalplerinde Altay aşkı olan isimlerdi. O yüzden onların en büyük plaketi Altay sevgisiydi. Bunlar, bu duygular parayla yapılacak işler değil.
- Yeni nesile önerileriniz var mı?
Günümüz futbolcularına tavsiyem, mesleklerine, oynadıkları kulüplere ve camialara saygı duymaları ve profesyonelce gereken fedakârlıkları yapmaları. Futboldan sonra ki güzel bir hayat, futbolcunun belki 10 ya da biraz fazla yılda ki futbol performansı ve bilincine bağlıdır. Kolaya kaçmayın, çok çalışın, kendinize iyi bakın, kitap okuyun, bahanelerin arkasına sığınmayın. Bir ağabey ve hoca olarak futbolculara hep şunu söylemişimdir, “Ne kadar oynadığın değil, sahada ne yaptığın önemlidir. Kendini hep hazır tut. 5 dakika oyuna girersin, maçın kaderini değiştirirsin.”
- Türk futbolunun bugünkü durumunu değerlendirir misiniz?
Futbol ekonomisi, bizim zamanımıza göre çok büyüdü. Şu an şartlar çok iyi. Mukaveleler çok sağlamlaştı, futbolcular da daha bilinçli hale geldi. Futbolda artık fizik kalitesi ön planda. Eskisi gibi maçı tek başına koparacak futbolcu sayısı çok az. Çok istikrarlı da bir futbol yapımız yok. Birkaç takım dışında takımlar iyi yönetilmiyor. Altyapı yatırımları azlığı, antrenman sahası eksiklikleri, eğitim eksiklikleri, beslenme problemleri gibi birçok sorun var ama en önemlisi, genç oyunculara şans verilmemesidir. Bu dönemde herkes, hazır oyuncu arıyor ve genç oyuncuların süre alması engelleniyor. Şu anda yaşadığımız olaylar, inşallah genç oyunculara ve altyapılara gereken önemin verilmesine vesile olur. Genç oyuncuları aile baskısından ve beklentilerinden kurtarıp onlara sadece futbol değil hayat eğitimi de vermemiz gerekiyor. Takımlar iyi ve profesyonelce yönetildiğinde bunlar başarılabilir. Bu düzenin değişmesi gerekir. Bu da kaliteli, yarını hesaplayabilen, futbola sadece isim yapmak için değil bir şeyler üretmek için giren yöneticilerle ve işine saygı duyan kişilerle başarılabilir.