Süper Lig’de Tribünler Neden Boş?

İzmir Tribünleri köşe yazarı Yılmaz Can Derdiyok'un "Süper Lig’de Tribünler Neden Boş? " başlıklı köşe yazısı sizlerle...

Yazının başlığındaki soru cümlesi bir gerçeği ortaya koyuyor, ki o da Süper Lig’de tribünlerin büyük oranda boş olduğu gerçeğidir. Kulüpler, federasyon ve kimi basın organları özellikle tribünlerin dolu kısımlarının fotoğraflarını yayınlayarak tribünlerin boş olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışsalar da örtmeye çalıştıkları gerçek gün gibi ortada. Zor değil, internet üzerinden birkaç dakika içinde Türkiye’deki stadyum kapasiteleri, seyirci sayıları ve dolayısıyla herhangi bir müsabaka özelinde yahut sezon genelindeki doluluk oranlarına ulaşılabilir.

Amacım ortadaki bir gerçeği istatistikî veriler aracılığıyla ortaya dökerek Süper Lig’de tribünlerin boş olduğunu niceliksel olarak göstermek değil. İnsanların her gün deneyimlediği bir durumu istatistikî olarak kâğıda dökmenin en azından bu mesele özelinde şimdilik bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Amacım, ortadaki somut durumun yani tribünlerin dolmayışının nedenlerini ortaya koymaya çalışmak. Eğer ayyuka çıkmış bir sorunu anlamaya çalışmak istiyorsak o sorunu tarihsel gelişim nedenleri ile ele almalıyız. Böylece sorunu anlamaya çalışırken çözüme ulaşma konusunda da bir fikre sahip olabilir, ilerlemek adına bir yol çizebiliriz.

Temel Sebep: Futbolun Endüstriyelleşmesi

Futbolda endüstriyelleşme denildiğinde pek çok tanım yapılabilir, kavramı anlatmak adına yine pek çok perspektif çizilebilir. Her bir tanımın haklılık payı olmakla birlikte kimi eksiklikleri de olacaktır. Ancak kendi açımdan en yalın hâliyle kendi incelemelerim doğrultusunda ulaştığım şu tanımın diğerlerine göre daha kapsamlı olacağı kanaatindeyim: “Bir bütün olarak sermayenin futbola ve futbolla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkisel olan her alana doğrudan yahut aracılar yoluyla müdahalesi.” Buradaki en önemli kavramın sermaye olduğu açık. Sermayenin içeriğinden kastım aslında çok basit. Büyük şirketler ve yüklü miktarda paraya sahip olan kişiler (ki yine genellikle tüzel kişilikler yoluyla müdahale ediyorlar). Elbette futbolun endüstriyelleşmesine dair başkaca aktörler var. Ancak temelde meselenin şirketler üzerinden yürüdüğü açık. Öyleyse birbiriyle bağlantılı şu iki temel soru ortaya çıkıyor:

• Şirketlerin temel var oluş amacı nedir Şirketler bir alana neden yatırım yaparlar?

Cevaplar basit: Şirketlerin temel amacı kâr etmektir ve şirketler bir alana ancak o alandan kâr elde edebileceklerini düşündüklerinde yatırım yaparlar. Futbola ya da bir bütün olarak spora bakıldığında ise ortaya bir çelişki çıkıyor. Spor insanlar için temel bir gereksinim, aynı zamanda bir araç. Sosyalleşmenin, birlikte yaşamanın ve üretebilmenin aracı. Yani sporun doğasındaki rekabet bir “tatlı” rekabet. Fakat şirketler ya da genel olarak sermaye işin içine girdiğinde o tatlı rekabet yerini acımasız, sert ve kırıcı bir rekabet ortamına bırakıyor. Dolayısıyla spor bir bütün olarak spor olmaktan çıkıyor. İşte Türkiye’de ve dünyada spor ve futbol kültürünün ilerleyemeyişi ve hatta yok oluş süreci de bu noktada başlıyor. Yazıdaki temel odak noktamız türkiye olduğu için o nokta üzerinden ilerleyelim.

Futbolun endüstriyelleşmesi Türkiye açısından bakıldığında diğer pek çok şey gibi Avrupa’yı geriden takip etmiştir. Dolayısıyla hâli hazırda incelenecek bir deneyime sahip olan sermaye adımlarını bu deneyimler doğrultusunda atmaya başlamış ve buradan hareketle endüstriyelleşmeye gidiş sürecinde oklar tam olarak futbolun kalbine fırlatılmıştır…

Temel Sebepten Doğan Sonuçlar: İzleyiciye Dönüşen Taraftar, Yok Edilmeye Yüz Tutmuş Bir Kültür

Futbolda endüstriyelleşme ilerledikçe kulüpler “âkil insanlar” tarafından yönetilmeye başlanmış, alt ve orta gelirli taraftarın kulüp yönetimindeki etkisi kırılmıştır. Bugünün kulüp yöneticilerinin iktisadî profiline bakıldığında ne demek istediğim anlaşılacaktır. Her hafta evinde ya da deplasmanında maçına gittiğimiz, lisanslı ürünlerini satın alarak şu ya da bu şekilde destek olduğumuz, hakkında çıkan her haberi dikkatle takip ettiğimiz kulüplerimizin yönetiminde ne kadar söz sahibiyiz? Alınan kararlarda söz sahibi olabilmek için ne yapmamız gerekiyor? Bu tarz soruları oldukça önemli ve her birinin üzerinde defalarca kez düşünmeye değer buluyorum.

Pek çok taraftarın kulüplerin geçmişi, bugünü ve geleceği üzerindeki söz hakkının ortadan kaldırılması bir yana; taraftarlar yalnızca maça gelen, izleyip evine dönen birer izleyici durumuna itiliyor. Durum böyle oldukça isyan bayrağını çekerek “Ben artık bu işte yokum, yoruldum” diyenlerin sayısı günden güne artıyor…

Bilet fiyatlarının pahalılığı, Passolig ve e-bilet sistemi, televizyon yayınının artışı, alt ve orta gelir grubundaki insanların günden güne yoksullaşması, tartışmalı hakem kararları, kulüp yöneticileri arasındaki anlamsız ve yer yer seviyesiz tartışmalar, futbolcuların saha içinde ve dışındaki tutum ve davranışları… Her bir örnek yok edilen bir kültürün yok oluş sebeplerinden yalnızca biri.

Çözüme Giden Yol

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, “Çözümü olmayan sorun ortaya çıkmaz” şeklinde bir cümle ile karşılaşıp üstüne epey düşünmüştüm. Konumuzla ilişkilendirdiğimizde bu savı doğrulayabiliriz gibi geliyor.

Sorunun çözümü aslında temel olarak bizden alınanı tekrar alma iradesinde yatıyor. Spor da futbol da biz “sıradan” insanlara ait aslında. Bizim spordan da futboldan da maddî anlamda kazanç sağlamaya ihtiyacımız yok. Fakat sporun ve futbolun bize kazandırdığı değerlere çok ihtiyacımız var. Bu değerlerin törpülenmesine, yok edilmesine izin vermek en başta kendimize karşı yapacağımız bir kötülük olacaktır. Konuşalım, tartışalım, üretelim ve bizden alınana yani bizim olana sahip çıkalım. Sahip çıktığımız ölçüde tribünleri dolduracağız ve güzel günler göreceğiz…

İletişim: ycderdiyok@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu