Tribünler Hedef Tahtasında: “Temiz Tribün” Masalı
İzmir Tribünleri köşe yazarı Yılmaz Can Derdiyok'un "Tribünler Hedef Tahtasında: “Temiz Tribün” Masalı" başlıklı köşe yazısı sizlerle...

Sır değil, Türkiye’de çeşitli alanlardan pek çok toplumsal örgütlenmenin üstünde, özellikle son yıllarda, ciddi bir baskı hissediliyor. İktidar sahipleri ve egemenler, iktidarlarının gücü, kâr oranlarının yükselişi gibi hegemonyalarının devamını sağlayan temel özelliklere set çekebilecek, onlara karşıt bir tavır takınıp buradan hareketle karşıt davranışlarda bulunabilecek her türlü alana ve bu alanda kurulmuş kolektif birlikteliklere karşı çeşitli yollarla saldırıyor, onları baskı altında tutuyor. Uygulanan baskıların, saldırıların niceliği ve niteliği toplumsal örgütlenmelerin boyutu, işlevi ve güncel koşulların durumu gibi faktörlere göre değişiklik gösteriyor.
Sporun olmazsa olmazı tribünler de baskı ve saldırılardan nasibini alıyor elbette. Tribünleri, ana ve ortak bir amaç doğrultusunda -taraftarı olduğu kulübü desteklemek – farklı kültürlerden, farklı siyasal yönelimlerden ve daha pek çok farklı özelliklere sahip insanlardan oluşan birlikteliklerinin yansıması olarak görebiliriz. Bu durumu özellikle büyük kentlerin tribünlerinde gözlemlemek daha kolaydır. Tribünlerin bahsi geçen pek çok farklılığa rağmen benzer bir amaç için bir araya gelen kimselerden meydana gelmesi, onların sadece bu benzer amaç doğrultusunda hareket edecekleri anlamına gelmez. Deplasman otobüslerinde başlayan tanışıklıklar yıllar neticesinde farklı birlikteliklere dönüşebiliyor. Ya da rekabet dolayısıyla “asla bir araya gelmezler” algısı oluşturulan farklı spor kulüplerinin taraftarları ortak amaçlar doğrultusunda yan yana, omuz omuza gelebiliyor. Egemenlerin dikkatini çeken ve onları rahatsız eden temel nokta ise ortak bir amaç etrafında birleşen farklılıkların, ortak amaca bağlı birlikteliklerden hareketle, çeşitli konularda tepki gösteren, itiraz eden ve eyleme geçebilen birlikteliklere, daha da ötesi toplumsal örgütlenmelere dönüşebilmesi.
Tribünler tepkilerini ortaya koyma noktasında genellikle oldukça şeffaf ve aynı zamanda ce-surdurlar. Beğenmedikleri kulüp yönetimlerini istifaya çağırırlar ve çoğu zaman da çağrı isti-fayla sonuçlanır. Ya da herhangi bir toplumsal olaya refleksif bir biçimde tepki gösterebilirler. Tepki tribünlerde dalga dalga yayılır. Kuşkusuz dalga dalga yayılan tepkiler tribünlerle sınırlı kalmaz. Tribünden caddelere, sokaklara, iş yerlerine… Tepkilerin ve tepkilerden doğacak ey-lemlilik hâlinin ucu açıktır. Dolayısıyla iktidar sahipleri ve egemenlerin yapması gereken tepkileri konsolide etmek, mümkünse refleksif ya da örgütlü tepkilerin oluşmasını engellemektir. Peki ama nasıl, hangi yöntemle?
Yalan Üret-İnandır-Baskı Kur
İktidar sahiplerinin herhangi bir toplumsal oluşuma fiziksel ya da başka bir biçimde doğrudan oluşturacağı baskının geri tepme olasılığı çok yüksektir, hatta tam tersine oluşturulan baskı bir duvara çarparak iktidarın kendisine sert bir biçimde tekrar dönebilir. Bu noktada güç odakları memnun olmadıkları alanları tahakküm altına almak için uygulayacakları yeni yöntemleri üretme konusunda oldukça yaratıcıdır. Bu yöntemlerden biri de kısaca yalan üret-inandır-baskı kur biçiminde özetlenebilir. Türkiye’de tribünler bu yöntemle tahakküm altına alınmaya çalı-şılmış ve uzun bir süreç sonunda tribünler büyük oranda konsolide edilmiştir.
“Tribünler kirlidir” söylemi sürecin ilk basamağını oluşturur. Söylem bir yalandan ibarettir. Tribünler kompleks yapılardır ve elbette ki bu yapının içinde “kirli” denilebilecek ilişkiler ve bu ilişkileri kuran oluşumlar da vardır. Ancak tribünlerin bütününe yöneltilen bu suçlamayı genişletmek ve toplumu suçlamaya inandırmak gerekmektedir. Anaakım-yandaş medya ve onlara bağlı çalışan spor yorumcuları, kimi zaman federasyonlar hatta kimi kulüp yöneticileri bu kapsamlı sürecin sac ayaklarını oluştururlar. Tribünlerin kirli olduğu çeşitli platfromlar aracılığıyla topluma pompalanır. Böylece sürecin ilk basamağında bir suçlama niteliğinde başlayan söylem bu basamağın sonuna geldiğimizde “gerçeklik” biçimini alır.
İkinci basamakta sözde gerçeklik biçimini alan söylem bir sorun olarak günlerce gündemde tutulur. Bir sorun varsa çözülmelidir. Peki sorunu kim çözecek? İktidar sahipleri, güç odakları, patronlar… Nasıl çözecek? Taraftar fişlenecek, bilet fiyatları arttırılacak, şirketler kulüp yöne-timinde büyük oranda söz sahibi olacak, taraftarların söz hakkı engellenecek; aynı anlama gelmek üzere alanın öznesi olan ve eyleme geçebilen taraftarlar pasif birer izleyici konumuna indirgenecek..
Yol açıldı. Şimdi o yolda istedikleri biçimde at koşturabilirler, nitekim koşturuyorlar da. Sürecin sonunda ise stadyumlarda ve formalarda şirket reklamları, milyonlarca lira borçlanan kulüpler ve bu borçlanmadan kazanç devşiren bankalar ve sermayedarlar, ballı kaymağı götüren yayın kuruluşları, nihayetinde tepkisiz tribünler var. Durum böyle olunca sporun birleştirici, dayanışmayı önceleyen ve bizleri bir arada tutan ruhundan söz etmek mümkün olabilir mi?
Tohum Bitmedi, Bize Su Gerekiyor
Tribünlerin bir saldırıya uğrama ve sonunda baskı altına alınma süreci nihayete ermiş değil. Baskıyı sürekli kılmanın yeni yollarını da üretiyorlar, deniyorlar ve uyguluyorlar. Ancak önemli mesele tribünlerdeki kolektif yapılanmaların aşağıdan bir toplumsal örgütlenmeye dönüşerek baskıyı göğüsleyecek bir duvar oluşturabilmesi gerektiği noktasında düğümleniyor. Kuşkusuz bu bir gereklilik. Aslında sadece spora ruhunu veren tribünlerde değil, toplumsal yaşamın her alanında bir gereklilik.
Bizler nasıl bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda kültürel ve tarihi öğelerin oluşturduğu kimi mücadele ve direniş geleneğine sahipsek, tribünler de elbette ki bu geleneğe sahip. Önemli olan geleneği sahiplenmek, ilerletmek ve harekete geçebilmek. Sürece bir bütün olarak bakıldığında yeşermeye başlayan bahçelerimizde yaprak bırakmadıklarını söyleyebiliriz. Bahçelerimizden dozer ve betonla geçseler de etrafa yayılan tohumları yok edemediler. Öyleyse yapmamız gereken şey açık: Tohuma su vermek. Konuştuğumuz, değerlendirdiğimiz, tartıştığımız, ürettiği-miz ve nihayetinde birikimlerimizle eyleme geçtiğimiz ölçüde temiz tribünlerimiz ve güzel bahar bahçelerimiz olacak.
Yılmaz Can Derdiyok | ycderdiyok@gmail.com